Kapının çalmasıyla yerinden kalkan Hayri Efendi ilk önce gaz lambasını aradı. Bulduğundaysa kapı hala çalmaktaydı. Hızlı adımlarla merdivenden inen Hayri Efendi kapının önünde duran küçük çocuğa ne olduğunu biraz telaş biraz da merakla sorduğunda koşmaktan nefes nefese olan çocuk kesik kesik solurken bir taraftan da köşedeki pembe cumbalı evde oturan Ayşe kadının doğurmak üzere olduğunu anlatmaya çalıştı. Karısı ebe olan Hayri Efendinin aslında bu şekilde uyandırılmaya alışık olması gerekirdi. Zaten daha önceleri de bir çok kez gece ya da sabaha karşı karısı Kezban Hatunu çağırmak için uyandırmışlardı onu. Hayri Efendi tam arkasını dönüp üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldiğinde Kezban Hatunun zaten arkasında belirdiğini üstüne de şalını almış olduğunu neden sonra fark etti. Durumu izah dahi etmesine gerek kalmadığını karısının iş bilir ve çabuk hareketlerinden anlayan Hayri Efendi yatmak üzere merdivenlere yöneldiğinde Kezban Hatun ve haberci çocuk yolu yarılamışlardı bile. Kezban hatun yolun yarısında, kendi kendine Ayşe Kadının halini düşünürken içini bir hüzün kapladı. Yazık kadıncağız bu yaşta ve hamile haliyle; savaşa giden kocasının ardından, tek başına kalmıştı. Doğum içinde erkendi aslında... Hatta Ayşe Kadının hamilelik süresince bakan kimsesi olmadığı için sürekli çalışması da zorlaştırmıştı durumu. Altında ne evi vardı kadıncağızın ne de birikmiş bir parası. Hem bebek doğunca ne yapacaktı; zaten rum olan ev sahibi de ölüm döşeğindeydi, mirasını devir alacak yeğeni de çok insaniyetli bir adama benzemiyordu. Bu şekilde düşünürken çalınan kapı açıldı ve sanki matem evi gibi olan Ayşe kadının evine girdiler. Ayşe kadının hiç sesi çıkmıyor, sanki çocuğu doğurmak suçmuş gibi kendini sıkıyordu. Alinin gözleri büyümüştü. Ayşe kadın onların hep iyi yan komşusu olmuştu. O gece annesi; "Koş ebe Kezbanı çağır, Ayşe teyzen doğuruyo" diye uyandırıp apar topar evden yolladığında aklı almamıştı küçük Ali'nin. Seneye mektebe başlıyordu ama Muallim Efendiyi pek sevmiyordu, mahalledeki hocafendi. Hatta bir ara mahalleden sürmek için camide konuşma bile yapmıştı. Allâh'tan Mülayim abi vardı. Yağız, kocaman elli, fakirlere yardım eden, Ali'yi nerede görse başını okşayıp 1 akçe veren Mülayim abi. Herkes Mülayim abiden bir şekilde korkuyor, aynı ölçüde saygı duyuyordu. Ali susamıştı ama korkudan demin çıkardıkları odaya su istemek için giremiyordu. Tam; "acaba girsem mi" diye düşünürken içerden bir bebek ağlama sesi ardından da annesinin ve Kezban teyzesinin çığlık çığlığa ağlayan; "Ayşe" diye sızlayan sesini duymuştu.
Korkudan donup kalmıştı. İçerde ne oluyordu. Bir türlü aklı almıyordu. Annesi çıkıp; babasını çağırmasını, gözleri yaşlar içerisinde anlatırken; Ali suyu eve gidince içerim diye düşündü. Cumali Efendi oğlunun kendisini kaldırmasına zaman vermeden kapının açılışına hemen uyandı; Ali'yi aşağıda karşılayıp ne olduğunu sorduğunda karısının onu acil olarak niye çağırdığını anlayamadı. Apar topar giyindi, komşusu Ayşe kadının evini tuttu. Ağlamalar kapının önüne kadar geliyordu. Hem kadınlar hem de bir bebek çığlık çığlığa ağlıyorlardı. Karısı kapıda belirip Ayşe hatunun öldüğünü, zavallı bebeciğin hayatta tek başına kaldığını anlatınca takdiri ilahi demekten kendini alamadı ama düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı şimdi... Ertesi sabah cenaze kalkmış, hayırsever insanlar bütün masrafları karşılamış ev sahibi Enyan hanım dahil herkes cenazede hazır bulunmuştu. Naaş defnedildikten sonra esas büyük sorun ortaya çıktı. Nur topu gibi sağlıklı ancak ismi bile konmamış erkek çocuk ne olacaktı. Komşular zaten fakir olduğundan kendilerine bile zor bakıyorlardı. Mahallenin Kabadayısı olarak anılan Mülayim bile bebeği gördüğünde gözleri doluyor, bu acı kaderin ona acı verdiğini etrafındakilere sezdirmemek için kafasını diğer tarafa çeviriyordu. Yapılması gereken tek şey yapıldı ve bebek yetimhaneye bırakıldı. Bebek büyüdü. Biraz asi, askere giden babası gibi iri kemikli, yapılı bir delikanlı oldu. Yaşadığı yeri ve annesi babası hakkında arada sırada onu ziyarete gelen ve babasının askere gitmeden önce yanında çalıştığı Rıza Ustanın anlattıklarından başka bir şey bilmiyordu. Yetimhanedekiler de Rıza Ustaya ayrı bir saygı gösteriyorlar hatta o gelirken daha bir özenli temizliyorlardı ortalığı. Rıza usta bazen yalnız geliyor bazen de mahalleden Mülayim diye bir adamla geliyordu ziyarete. 18 yaşının yazında bir gün rıza usta artık Mülayim abisi olan, iri yapılı kendine göre bir yakışıklılığı olan saçları artık kırlaşmış adamla geldi. Yerine yurduna dönmesi gerektiğini, eşyalarını toparlamasını, dükkanda da birine ihtiyacı olduğunu söyledi.
Genç delikanlı mahalleye ilk döndüğünde her şey yabancı geldi. Rıza usta ve Mülayim Abi ile bir evin önünde durduklarında evin kapısından çıkan gencecik güzelce kızı bu da senin kardeşin olarak tanıttıklarında delikanlı daha çok şaşırdı. Anlatılanlara göre babası; annesi öldükten kısa bir süre sonra başka bir kadın ve kucağında bir bebekle mahalleye dönmüş fakat karıştığı yanlış işler yüzünden birkaç sene sonra öldürülmüş. Kadın kaçmış ve küçücük sabi kızcağızı da arkasında bırakmıştı. Rıza usta bebeğe kendi hanımıyla beraber bakmış o gelince de kızla beraber ağabeyini bir eve çıkarmayı uygun görmüşlerdi.
Uzunca bir süre hiç sorunları olmadan yaşayıp gittiler abi kardeş.Cabbar Rıza ustanın yanında çalışıyor, getirdiklerini kardeşine bırakıyor kardeşi evin geçimini sağlarken günler geçiyordu.Cabbar Rıza ustayı babası biliyor Mülayim i abisi belliyordu. Günler geçtikçe serpilip güzelleşen kardeşi bir kısmet buldu baş göz etmek de elbette bu küçük aileye düştü.Daha 20-21 yaşlarında olan Cabbar bir yandan yalnız kalacağına üzülüyor diğer yandan kardeşinin mutlu olacağına seviniyordu. Damat adayına gelince. O mahalleden değildi. Belli ki bu ülkeden bile değildi. Boylu poslu esmer bozuk konuşması ile yabancı olduğu her yerinden belli gayet yakışıklı bir adamdı.Dediğine göre kimi kimsesi yoktu. Yabancı Memlekette yaşayan ailesi öldükten sonra ona yüklüce bir miras bırakmış o da bu mirası dünyayı gezerek değerlendirmek istemiş. Kendileri de aynı durumdan muzdarip olan Cabbar zaten çok araştırmamış hayırlısıdır diyerek kardeşinin istedi olsun amacı ile bu izdivaca olur vermişti. Rıza usta her ne kadar sorup soruşturmak istese de bu damat adayını tamamen yabancı olduğundan geldiği yer konusunda da pek bir bilgi olmadığından üstüne düşememişti. Zaten bu işler Mülayimden sorulurdu aslında ama Mülayim de bir kaç haftadır ortalarda yoktu. Arayınca Mülayim i kim bulmuştu ki zaten. Bir görünür bir kaybolurdu. Kimse de ne yaptığını bilmezdi Mülayim in. Soranlara da daha doğrusu sormaya cesaret edenlere de bir cevap verilmezdi. Mülayim in olayları çoktu ama mahallede. Nerede bir çıkıntı bir ipsiz sapsız çıksa haftasında Mülayim olaya müdahil olur, bu teresler de ya canını teslim eder ya da mahalleyi terk ederlerdi. Bu kadar belalı bir tip olmasına rağmen peşinde ne bir inzibat ne bir teşkilat olduğu görülmüştü Mülayim in. İşte bu sebepten de bir çok kuvvetli arkası olduğu düşünülürdü.
Düğün haftasında heyecan kendisini bir korkuya bıraktı. Zira gelin etraflarda yoktu. Bununla birlikte damat da kaybolmuştu. Cabbar kahroldu. Nedenini bir türlü anlayamıyor. Neden bu aşıklar kaçtı gitti bir anlam veremiyordu. Yemeden içmeden kesildi kardeşinin peşine düştü. Ne bir iz ne biz işaret bulabildi arkalarından. Bir gece Mülayim kapısını kırarcasına çalana kadar. Heyecanla kapıyı açtığında "buldum" kelimesini seçmesi çok sürmedi Mülayim in kelimelerinden. Kapıda bekleyen arabaya biner binmez hızlıca hareket etti atlar. Araba 30 dk gitti gitmedi Cabbar ın sorularına hiç cevap vermeyen Mülayim "kardeşin içeride" diyerek arabaya durması için işaret verdi.Yıkık dökük bir evin önünde duran arabadan birlikte inmelerinin verdiği hız ile Mülayimin Kapıyı kırması içeri koşar adım girmesi kapının etrafında bekleşen 3-4 iri yarı adamın arkalarından içeri dalması nedense şaşırtmadı Cabbar ı. Koşar adım içeri dolaşan adamlardan biri "burada" diye ünleyip odalardan birindeki dehlizi ve üzerindeki kapağı gösterdi. Mülayim kapağı açar açmaz karşına çıkan merdivenden tereddütsüz inerken Cabbar a "çabuk" dedi. Cabbar sanki yıllardır burada yaşıyormuş ve bu anı bekliyormuş gibi Mülayim in arkasından merdivenlerden inmeye başladı. Zemine vardıklarında karanlık ve ağır bir koku ile karşılaştılar. Ellerinde Meşalelerle diğer adamlar inmeye başladıklarında Mülayim ilerlemeye başlamıştı bile. karanlık ve sessizlik devam ederken hızlıca tünellerden geçen Mülayim Cabbar a adeta kılavuzluk ediyor hızlıca yol almalarına imkan sağlıyordu. 5 dk geçti geçmedi çok cılız bir koro bir şarkı mırıldanıyor gibi sesler gelmeye başladı. Mülayim galiz bir küfür sallayıp "başlamış" dedi. Artık koşuyorlardı.
Gayet korunaklı bir kapı seçilmeye başladığında belli ki kapıyı beklemesi için bırakılan adamı da gördüler. Yaşından beklenmeyen bir çeviklikle inanılmaz bir hızda adamın yayına adeta uçan Mülayimi gören Cabbar ın nutku tutulmuştu. Hayatında böyle bir manzara ne görmüş ne duymuştu. Korku ile etrafındaki diğer adamlara baktı.Adamlardan biri birden büyüyerek irileşmeye başlamıştı. Koşarak demir kapıya çarpan ve tek hamlede kapıyı kıran bu adam artık bir adamdan ziyade deve benziyordu. Cabbar daha da çok korktu. Korkudan kitlenip kalacağı sırada yıkılmış kapıdan içeri giren adamın arkasından cılız meşale ateşlerinin aydınlattığı tavana ayaklarından asılmış ve boğazı kesik bir kadın bedeni seçti. İlk başta bu kadar tanıdık gelmesi onu şaşırtsa da kardeşi olduğunu anladığında inanılmaz bir acı ve hüzün tüm bedenine doldu. Koşarak yaşıyor olması umudu ile kardeşinin baş aşağı asılı olduğu kaidenin önüne geldi. Bir gayretle başını kaldırıp yüzüne bakmak istesede gördüğü şeyi ne yüreği ne de aklı kaldırabildi. Sadece ölmüş olduğunu anlaması büyük bir kedere boğdu Cabbar ı. Dizleri üzerine çöküp kardeşinin o narin nazik ellerine kapandı. Kandan sırılsıklam olmuş ve kaygan elleri ellerinden kaydı. Kanlı avucunda kardeşinin kana bulanmış nişan yüzüğü kaldı. Dehşetten koşarak kırık kapıdan girerken arkasından içeri giren diğer adamları ve içeride bir ayin düzenin de toplanmış olan çırılçıplak adamları da fark etmemişti. Kardeşinin çıplak bedenini görmek bir yana bu şeklide boğazı kesilmiş kanları bir tabletin üzerine akar şeklide görmek Cabbar ı tarifsiz bir acı ve intikam duygusu ile doldurdu. Kendisinden çalınan bir şeyi haksızca alınmış bir canı düşündükçe hiddetten gözü döndü. Tam bu sırada içerideki kavganın da farkına vardı İçerideki gurup Mülayim ve yanındakilerin aksine çok daha kalabalıktı ve durum hiç de iyiye gitmiyordu. Biraz daha sakin bir göz içeride normal bir kavganın olmadığını ,kopup havalarda uçan kol ve bacaklardan yerde kıvrılıp kalan iki büklüm insana benzeyen yaratıklardan rahatça anlayabilirdi ancak Cabbar bu konumda kesinlikle değildi. Hemen kardeşini indirmek üzere hamle yaptığı ipten cesedi kurtaracağı sırada "DOKUNMA" narası ile üzerine bir adam çullandı. Adamın çırılçıplak oluşu bir yana insanlıktan çıkan suratı ve insan üstü kuvvetli kolları Cabbar ı yakalayıp sıkmaya başlarken yediği bir yumruk onu adam akıllı afallattı. Adam ya da artık Cabbar a göre korkunç yaratık, Cabbar ın boynunu kırmak üzere hamle yapıp Cabbar ın kendini korumak için kaldırdığı ellerini aralarken Cabbar istemsizce adamın boynuna uzanan ellerini tuttu ve sıkmaya başladı. Tek amacı bu mengene gibi ellerden kurtulup tekrar nefes almaktı. Aklının bir yerinde bunun imkansız olduğunu bu güce karşı koyamayacağını bilse de iç güdüleri ipleri elinde tuttuğundan zavallı bir kuş gibi debeleniyordu. Artık iyice nefes alamamaya gözleri kararmaya başladığında ise keşke biraz daha kavgacı biri olsaydım diye geçirdi. Yetiştirme yurdunda yediği dayaklar aklına geldi. Elinden alınan yemekler sebepsiz yediği dayaklar derken kardeşinin ölü bedeni ona yapılanlar, en son aklında olan şey ise "ben de sizden bir şey alacağım. ölürsem bile birinizi öldüreceğim hissi oldu. İçine birden bir kıvılcım peydah oldu. "YAKACAĞIM!!. Yakacağım ulan hepinizi. Ben yandım siz de yanacaksınız!."
Bu düşüncelerle kafası dolup taşarken avucunda bir sıcaklık hissetti.Sıcaklık arttıkça boğazını sıkan el gevşiyor çekilmeye çalışıyordu. Bu sefer sıkma sırası Cabbar a gelmişti. Güçlü eller boğazından çekilip kaçmaya çalışırken yanık et kokusu burnuna dolmaya başlamıştı. YAKACAĞIM!! . Yaratık ellerini çekmeye çalışırken kaş ile göz arasında alev almış büsbütün yanmaya adeta bir ateş topu gibi ısı ve ışık saçmaya başlamıştı. Cabbar ise bu sırada tamamen zıvanadan çıkmış YAKACAĞIM ULAN!! diye bağırmaya başlamıştı. Birden Cabbar a ellerinden tutup alev topu haline getirdiği adam kuş gibi geldi sanki hiç bir ağırlığı kalmamıştı. Onun yerine bir alevden top avuçlarının arasında duruyor gibiydi. Bu sırada etrafına bakıp kavganın aleyhine sonuçlanmakta olan kısmına ellerindeki artık hakim olamadığı alev topunu firlattı. Etkisi beklediğinden çok daha fazla oldu. Alev topunun düştüğü yerdeki herkes yanmaya çığlıklar atmaya başlamıştı.Sadece karanlık tünelde topun düşmediği yerde yeni öldürdüğü adamın üstünden bu ışık yüzünden kalkıp izlemek zorunda kalan Mülayim fark etmişti ki alev topunun düştüğü merkezdeki herkes anında kül olmuş etrafındakiler ise tutuşarak yanmaya başlamışlardı. Kapkaranlık tünel şimdi bir panayır yerine dönmüştü ,ışıl ışıl.
Cabbar bu alev patlamasının ardından kendine gelir gibi oldu. Çığlıklar ve etrafta yanarak koşan insanlar sanki boş bir rüyadan bir kabusa uyandırmıştı onu. İlk işi korkarak bir kaç adım geri atmak oldu. daha sonra ellerine bakmak geldi iç güdüsel olarak. Avuçları kapalı yumruk şeklini almıştı. adamın ellerini boynundan çekmek için sıktığından beri hiç açmamıştı. İstemsizce elini açtı bir avucunda sadece küller varken diğer elinde küllerin arasında kardeşinin nişan yüzüğünden artakalan elması gördü.Yaratık boynuna sarılınca can havli ile o da yaratığın bileklerine sarılmış ,yüzük ise kendi eli ile yaratığın bileği arasında sıkışmış olacaktı .Bu da ondan artakalan elmas. Ne olduğuna anlam veremezken Mülayim in odanın giriş kapısının yanında dikelmekte olduğunu fark etti. Suratında kinayeli bir sırıtma ile hala yanmakta olan diğer adamları izliyor,hayatta kalan var mı diye göz gezdiriyorken "Hah bir de büyücüyü getirme diyorlardı. diye söylendiğini duydu.